Bugün zor bir göreve soyunuyorum. Müzik ve tarihçesi. Bir sayfaya müziğin tarihçesini sığdırmaya çalışacağım. Mutlaka kaçırdığım şeyler olacaktır. Bunun için şimdiden özür dilerim. Amacım kısa da olsa müziğin tarihçesi ile ilgili olarak biraz olsun bilgi verebilmek. Özellikle tv ve radyo kanallarında kendilerine “sanatçı” yakıştırması yapanların okumasını tavsiye ederim!
Müziğin tarihçesi çok eskilere dayanır.Toplumlar öteden beri müziğe yoğun bir yakınlık duydukları halde, müzik teorisine aynı yakınlığı duymamış, müzikle profesyonel düzeyde uğraşanlar da, birkaç istisna dışında, sorunları ve düşündükleri çözümleri geniş bir izleyici kitlesi önünde tartışmak için gerekli adımları atamamışlardır. Dünyanın en eski melodisi aşağıda linkini bulacağanız Hurrian Hymn olarak kabul edilir.
Çoğu otorite tarafından ilk müziğin Afrika’dan kaynaklandığını söyleyenler olsa da milattan binlerce yıl öncesine ait ilk kabartma yapıt “Seikilos epitaph” Türkiye sınırları içinde bulunmuştur. Tartışmasına girmeyeceğim ama Yunan medeniyeti denilen şey aslında İyonya medeniyetidir.
Batılı anlamda müzik ise 1300-1600 yılları arasında gerçekleşen Rönesans döneminde doğmuştur. Kiliselerde bir dua şeklinde başlamıştır. Kafasında entelektüel bir fikri olan sanatçılar tarafından icra edilmiştir. 1580-1750 yılları arasında “Barok dönem” olarak devam etmiştir. Bu dönem Rönesansın son evresi olarak kabul edilir. En büyük bestecisi Alman Johann Sebastian Bach olarak bilinir. Eisenach Almanya’da 1685 yılında doğmuştur. O da yine kiliselerde konserler (Luter taraftarı) vererek tanındı. Dindar bir insandı. Güzel bir soprano sesi vardı? En önemli bestesi olan “The Art of Fugue”’ yu bitiremedi. Ölmeden üç yıl önce, 1747 yılında Prusya kralının huzuruna kabul edildi.
Oğlu Johann Christian Bach ise kendi kadar ünlü babası Johann Sebastian Bach’ ın onbirinci çocuğudur. Önce İtalya Bologna, sonra da Londra’da hayatına devam etti. “English Bach” diye de bilinir. İtalya’ da öğrendiklerini kendine baz alarak Londra’da sayısız operalara imza atmıştır.
Klasik müziğin şahlanma dönemi 1750-1820 yılları arasında gerçekleşmiştir. Mozart, Beethoven, Paganini, Rossini, Bach, Haydn hep bu dönemlerde yaşamıştır.
1770 yılında Almanya’nın Bonn şehrinde doğan ve babası da bir müzisyen olan Ludwig Van Beethoven ilk konserini 8 yaşında verdi. Tüm zamanların en etkileyici bestecisi olarak kabul edilir. O da Mozart gibi Avusturyalı Franz Joseph Haydn’ dan ders almıştır. En ünlü eseri “dokuzuncu senfoniyi – Symphony No 9” tamamen sağır olduktan sonra bestelemesi onun ne denli bir dahi olduğunun en büyük göstergesidir.
Bach 1764 yılında Wolfgang Amadeus Mozart’ a ders vermek için Avusturya’ya gitmiş ve burada beş ay kalmıştır. Bu sırada Mozart sadece sekiz yaşındadır. Avusturya Salzburg’ da doğmuştur. Babası da yine bir müzisyendir. Bach’ ı İngiltere’den alıp oğluna ders versin diye Avusturya’ya getiren babasıdır.
Mozart ilk bestesini beş yaşında, ilk operasını 12 yaşında yazmıştır. Ailesinin ona yakıştırdığı “Harika çocuk – Child prodigy” zamanla onun ikinci ismi haline geldi. O zamanlar müzisyenler bir “Servant – hizmetçi” olarak değerlendirilirdi ama Mozart bunlara pek itibar etmedi. Henüz 35 yaşındayken hayata veda etti. Zehirlendiği söylenir… 1783 yılında 11 numaralı la majör piyano sonatı’nın (K. 311) 3. bölümünde “Rondo alla Turca” (Türk Marşı)‘nı besteledi. Bu beste bildiğim kadarıyla halen bizim konsoloslukların resmî davetlerinde çalınır.
Daha sonraki yıllarda Avrupa’da patlak veren savaşlar ve sosyal problemler müziğin rotasını yavaş yavaş ABD’ ye çevirmeye başladı. Özellikle Afrika’dan gelen yeni Amerikalılar tam bir cevher taşıyordu. 1890’ lardan itibaren St Louis’ de başlayan Ragtime Stili, New Orleans Stili, Dixieland Stili, Chicago Stili, Bebop Stili blues örnekleri ve nihayet 1950’ lerde başlayan Jazz!
1920-1933 yılları arasında ABD’ deki alkol yasağı Broadway müziği gündeme getirdi. Bu zamanları konu edinen “Once upon a time in America – Bir zamanlar Amerika” belki bugün bile gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olma ünvanını korur.
1929 yılında baş gösteren “Büyük Buhran – Great Depression” Folk müziği beraberinde getirdi ve arkasından Swing ve Pop!
Rhythm and Blues (R&B) 1940’ lardan sonra başladı. En önemli ismi ise Ray Charles idi. Tabii burada büyük duayen Ahmet Ertegün’ u unutmayalım. Çok iyi bir aileden gelen Bay Ertegün sadece Afrikalı Amerikalılara destek olmakla sınırlı kalmamış, bir çok ismi müzik dünyasına kazandırarak (Ray Charles, Led Zeppelin, Eric Clapton ve daha niceleri) adını tarihe altın harflerle yazdırmıştır. Bugün İsviçre’de her sene yapılan “Montreux Jazz Festival” inin fikir babası da kendisidir. Nur içinde yatsın.
1954 yılında Komünist Kuzey Vietnam ile Güney Vietnam arasında başlayan ve ABD’ nin Güneyin yanında yer almasıyla devam eden savaş 1975 yılına kadar devam etti. Bu savaşta 1941-1945 arasında Rusya’da olduğu gibi 25 milyondan fazla insan olmedi belki ama müziğin harika çocuklarının ortaya çıktığı bir dönem olarak tarihte yerini aldı. ABD’ de 1968’ de CCR (Creedence Clearwater Revival), 1971’ de ise Eagles grupları kuruldu. Belki hala “Hotel California” bu türün gelmiş geçmiş en güzel parçası olarak nitelenir. Dünyada “Rock music” çılgınlığı başlıyordu. Vietnam savaşını konu alan müzikler gittikçe daha popüler oluyordu…
https://www.google.ch/search?q=ccr+bad+moon+rising&ie=UTF-8&oe=UTF-8&hl=en-ch&client=safari
1970’ li yıllar tamamen bir “İngiliz hegemonyası – British music invasion” olarak tarihte yerini aldı. Londra’da müzesi bile kuruldu. Beatles’ tan başlayarak aklınıza kim gelirse, Led Zeppelin, Pink Floyd, Procol Harum, The Rolling Stones, the Who, Queen, Free, the Sweet, the Animals ve daha yüzlercesi bugün hala dinlediğimiz müziklere imza attılar.
Bu isimler müzikte Amerika’ yı silip süpürdüler. Yine 1970’ li yıllarda Jamaikalı biri “Afrika’ya özgürlük” diye bağırıyordu. Bob Marley (Robert Nesta Marley)! Dünya’ ya Reggae müziği öğretiyordu. İnsanlar şaşkındı. Kimdi bu adam? Gelin müzik yapalım diyordu dünyaya.
1980’ lerin başında ise dünya yeni bir müzik türü ile tanışıyordu. New wave ve disco. Dans müzikleri her yerde en popüler hale geldi. Tabii daha sonra başlayan tekno idi, rap idi – çok ender örnekler dışında- bana hiçbir zaman bir tat vermedi.
Türk pop müziğine gelecek olursak; 1960’ lı yıllardan başlayarak Aralarında Adamo, Anne Marie David, Luigi, Patricia Carli, Sasha Distel, Mina, Nino di Murcia gibi ünlüler bulunan Avrupalı sanatçılar Türkçe’nin içine ederek ünlü parçalarını bizim için söylediler. Ayrıca bu parçaların ve birçok başkalarının ülkemiz sanatçıları tarafından yerli versiyonları yapıldı. Böylece, kulakların Batı müziğine alışma süreci yaşadığı ve özgün, yeni bestelerin ortalarda gözükmediği bir dönemde, yabancı parçalar aracılığıyla da olsa, Türk popu ilk acemi adımlarını atmış oldu… Daha sonra başta Nesrin Sipahi olmak üzere Cem Karaca, Barış Manço, Erkin Koray, Tanju Okan, Nilüfer, Ajda, İlhan İrem, üç hürel, Modern Folk üçlüsü, MFÖ gibi sanatçılar yetiştirdik. Şarkılarının tadları damağımızda kaldı.
Bugünlerde ise radyoyu açtığımda Türk halk müziği ve Türk sanat müziği dışında dinleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Amacım kimseye hakaret etmek değil ama müzik kalitesi hemen hemen sıfır. Müzik hala ülkemizde bir angarya olarak görülüyor. Çok değerli insanlar sadece barlarda çalabiliyor. Yabancı dil çok büyük bir sorun.
Türk müziğini ayrıca bir yazı konusu yapacağız. Türkiye’de çok değerli bestecilerimiz oldu fakat hiçbir zaman onlara tam hak ettikleri değer verilmedi maalesef. Son yıllarda bu konuda yapılan çalışmaları görüyor ve mutlu oluyorum.
Bugünlük bu kadar, yeteri kadar uzun oldu zaten. Hatamız olduysa affola…
Şanslı kalın
Atalay
Cok guzel bir yazi. Ellerinize saglik . Bir yani da su modern cagda muzigin bir nevi uyusturucu olarak zaman oldurmenin bir araci olarak kullanildigina dair cok guzel paperlar var, bir gunde 3 saat 4 saat muzik dinleyerek beynini uyusturan buyuk bir kitle var.
Doğrudur, teşekkürler