Sene 1988. Hayatımda ilk kez Uludağ’a gidiyorum. Daha doğrusu ben hesapta yoktum da iki arkadaş yanımda konuştukları için ‘Yarım ağız’, “sen de gel! “ dediler. Ben de gittim.
İlk gün Beceren’de 2 saat ders aldım. Kar sapanı malum. Adeta bir kelebek gibi iniyorum aşağıya. Zaten tepeden baktığında Kafeterya’da kahve içen adamın bardağını bile görüyorsun. Kocaman viski şişesini alıp montumun cebine soktum. Kendine güven had safhada! Tepede ‘kapak’ yapıyorum. Yürü bakim Şampiyon!
Bizim arkadaşın dolduruşuna geldim. “Sen spora çok yeteneklisin, senin daha zor pistlerde kayman lazım” dedi. Zaten gençlik başımda duman! Arkadaşımı mı kıracağım?
Çıktık Cehenneme! Beş metre ötesi görünmüyor! “Bismillah” deyip başladım ama o gün hiç bitmedi maalesef. Saymadım kaç yıl oldu hesabı kayaktan nefret ettim. İsviçre’ye geldiğim 1994 yılından beri de bir daha hiç denemedim. Kendini tanımak bu olsa gerek ama öyle olmadı!
Cenevre’de bankada çalıştığım günlerde bir gün yine aynı bankada çalışan, has İsviçreli (benim gibi dandik olmayan!), keçi sakallı, benden çok daha yaşlı bir arkadaş ile öğle yemeğine gitmiştim. Laf lafı açtı, nerden geldiyse tenise geldi. Gelmez olaydı! Her hafta oynadığını bildiğim arkadaşa -hayatımda raket tutmamış olmama rağmen – maç teklif ettim! Ben nasıl olsa daha gencim, topa da kabiliyetimiz var çok şükür, her topunu çıkartırım dediydim…
Aptal cesaretinin bazen işe yaradığı olmuştur mutlaka ama benimki öyle olmadı! Aylarca “Le Federer Turc” diye benimle dalga geçtiler… Dalga geçeceklerine bir raket hediye etseler belki bir daha oynama cesareti bulurdum ama nerde?
Son yıllarda briç’ e sardım. İnternette oynadığım sitedeki birkaç başarılı sonuçtan sonra bir de İstanbul’daki bir turnuvada -Çok iyi ve aynı zamanda çok iyi bir arkadaşım olan partnerım ile- ikinci olduktan sonra yine havaya girdim. Profesyonel sitelerde oynamaya başladım ama bu sefer üçüncü kez aynı hatayı yapmıyorum. Temkinliyim. Bilmediğim çok şey var. Sadece briçte değil! Bunu kabullendim. Öğrenebildigim kadar öğrenmeye çalışıyorum. Kimseyi ne çok yukarda, ne de çok aşağıda görüyorum. Bu tavrımın – karşıdaki çok hıyar değilse- insanların hoşuna bile gittiğini gözlemliyorum. “Satisfy his Ego!”
Bu bir yalakalık değil. Herkes Marcel Proust okumuyor belki, ama okumalı. Özellikle genç kuşak. Ahmet Hamdi Tanpınar bile etkisinde kalmış, ben mi kalmayacağım? Hiçbir şeye “olmaz” deyip ‘kontur’ (Türkçeye böyle geçmiştir. Aslı Fransızca Contre, İngilizce double’ dır) atmamak lazım çünkü ‘kontur’ attığınızda kazanmanız gerektiğinden emin olmanız lazım…
Benim matematik bilgim şu an dünya piyasalarında olup biteni anlamıyor. Bu yüzden bir süre piyasa konularına ara verdim. En sonunda “benim dediğim yere gider” diyecek kadar kendimden eminim ama yukarıdaki örneklerden sonra bana inananların sayısı fazla olmasa gerek! Onun için biraz allayıp pullayalım. Suudi’ler Aramco’yu kakalayabilmek için bunca şey yapıyorlarsa benimki safiyane bir çaba olsa gerek! Zaten bir insan sürekli doğru olanı söyleyemez. O söylenenlerden işinize yarayan tek bir ‘kelime’ sizi mutlu ya da mutsuz edebilir. Umarım sizi ‘mutlu’ eder!
İstemeye istemeye eski IMF, yeni Avrupa Merkez Bankası Başkanı (ECB) Lagarde konusuna bir girelim.
Kasım ayında göreve başlayan çiçeği burnunda Başkan beni yanıltmayacak herhalde! İlk iki mucize
cümlesi medyada yerini aldı bile; “Gençler tasarrufu unutsun!” ve “Artık sadece para basmayacağız, kamu harcamalarını artıracağız”. Tabi bu sözler negatif faizler ile para kazanamayan banka yöneticilerinin hoşuna gitti. Zaten banka yöneticilerinin hoşuna giden herhangi bir şeyin sokaktaki adamın hoşuna gitmediği defalarca kanıtlanmıştır! Bayan Lagarde’ın mucize hedefi enflasyonu artırarak kısır döngüden çıkabilmek olsa gerek! İyi de “There’s nothing to inflate” sayın Başkan! Herhalde bankacılık tecrübesini bu koltukta kazanacak! Başrollerini Eddie Murphy ve Dan Aykroyd’ un oynadığı “Trading places” diye bir film vardı hatırlar mısınız? Ben doğruluğuna şahitlik edebilirim …
https://www.google.ch/search?q=trading+places&ie=UTF-8&oe=UTF-8&hl=en-ch&client=safari
Londra’nın en köklü futbol kulüplerinden Tottenham Hotspur malum geçen sene Şampiyonlar Liginde final oynamayı başardı. Takım bu sene İngiliz Premier Lig’e kötü bir başlangıç yapınca takımın antrenörü Arjantinli Mauricio Pochettino’ nun gözünün yaşına bakmadılar. Spurs taraftarları üzgün ve kızgın. Peki yerine kimi getirdiler? Daha önce başka takımlardan 10 kere gönderilmiş 11 kere geri gelmiş Portekizli José Maurinho’yu. Bizim ülkemizde de böyle eşsiz şahsiyetlerin varlığını biliyoruz. Nasıl beceriyorlar anlamıyorum. ‘Demokles’in kılıcı’ gibi görevdeki bütün insanların üzerinde kara bulutlar gibi dolaşıyor ve bir yolunu bulup yeniden göreve geliyorlar. Ne diyelim “iş bilenin kılıç kuşananın!”
Daha önce bir kaç kez Cannabis (Hint kenevirinin kurutulmuş hali, esrar diyelim) konusuna değinmiştim. Son 1 yılda Kanada’da ‘yasal’ hale gelmiş bu üründe üreticilerin hesabı Çarşıya uymamış görünüyor. Talep rakamını fazla öngördüklerinden 400 ton esrar ellerinde patlamış! Ne yapacaklar acaba? Bir “Zihni Sinir” projesi lazım!
Hepimiz kadın – erkek eşitliğine inanıyoruz degil mi?
Sorun bizde değil zaten! Tartışmalar, Apple’ın son çıkardığı yeni bir kredi kartı türü olan ve geçen hafta ABD’ de uygulamaya konulan ‘Apple Card’ ile ilgili. Malum bu kartlarda limitler tamamen algoritmalar tarafından belirleniyor. Algoritmalar ‘Döviz Trading’ini’ felç ettikten sonra şimdi de bu konuya el atmış görünüyor. Söylenilen erkeklere kadınlardan daha fazla limit verildiği. Bazı çevreler bu algoritma hesaplamaları hakkında daha fazla açıklama ve şeffaflık istiyor. İlgilenen dostlar için aşağıdaki linki veriyorum.
Goodreads 2019’un en fazla beğenilen 20 kitabını açıkladı. ‘Neyse O’ kitabına da genç bir kardeşimiz 5 üzerinden 4 vermiş, sağolsun. Tek bir oyla ilk 20’ ye girmek mümkün değil tabii!
https://bookriot.com/2018/07/18/highest-rated-books-on-goodreads/
Şanslı kalın
Yorum