Makinalarımız olmadığı (!) için zeytin toplamayı eski yöntemlerle yapıyoruz ama hala en iyi yöntem olduğu söylenir. Tabii vaktin ya da yeterli iş gücün varsa! Zeytin toplarken en büyük yardımcım ise kopegim ‘Zeytin’.
Bozcaada – Geyikli gemi seferleri malum Gestas tarafından yapılıyor. Kış tarifesine geçtikleri için de sadece 4 gidiş 4 te geliş seferi var.
Sabah 7.15 gemisini yakaladık. Tanıdık simalar. Zaten Ada’da tanımadığım çok az insan kaldı. İkimize de birer karışık tost söyledim ama Halil İbrahim bu fikirden hoşlanmadı! “Ben Geyikli’de paça icecedim” dedi ama yine de yedi. Ben de tostumu karşı tarafa arkadaşlarını görmeye giden sokak köpeklerine ikram ettim. Zaten bugünlerde beni en az 5 köpek ile dolanırken görmek mümkün. Neyse yarım saat süren keyifli bir gemi yolculugundan sonra fabrikaya vardık
Bu sene geçen seneye göre Bozcaada’da zeytin mahsulü zayıf. Geçen sene sekize bir vermişti Taris fabrikası (8 kilo zeytine 1 kilo zeytinyağı). Bakalım bu sene bu oran ne olacak? Heyecanlıyım…
Taris henüz açılmadığı için bu sene Bahcıvan dostum Halil İbrahim başka bir fabrika bulmuş. İyi ki de bulmuş! Onlar da henüz makinaların sabah bakımını yapmadıkları için “hadi siz bir uzayın” der gibi bakınca “hadi bi dolanalım” dedik…
Bu saatte Geyikli’de ne yapılır? İhtiyacımız olan gübre ve bazı bitki tohumlarını almak için gittiğimiz dükkanların hepsi kapalı. Nedeni herkes kahvede! Bol miktarda mevcut olan karşılıklı kahvelerden birine girip oturduk. Masada Halil İbrahim’in daha önceden tanıdığı bir bey bize çay ısmarlıyor. Bugun içtiğim ilk çay ama diğerleri gün içerisinde devam edecek! Komşu masalardan gelen konuşmaları ister istemez duyuyorum. Neşeli insanlar. Biri diğerine diyor ki “halen beni baldızın ile tanıştırmadın len…”. Bir diğeri arka masalardan birine yaklaştığında masadan laflar atılıyor: “Ne işin var len senin bu saatte, garının koynuna giriverseydin ya”. Adam once bir düşünüyor, fena fikir değil gibi bir hava takınıyor yüzü ama hemen “yok ya be” diyor.
Birini aradığın zaman ilk gidilecek mekan o kahve!
Masadaki bey ile konuşmaya başlıyoruz. Vakit çok nasıl olsa. Zaten Halil İbrahim kestirip atıyor, “11 gemisine yetisemeyiz ancak 15’tekine” diyor. Bana kalsa en fazla 1 saatlik işimiz var ama öyle olmadığını daha sonra anlıyorum!
Muhabbet olsun diye “Çim ve bahçe için gübre alacağız ama dükkanlar kapalı” diyorum. “Akıllı üre al Tarım ve Kredi’den” diyor adam kendinden emin bir şekilde. Ben tabii gubrenin ne aptalını ne de akıllısını biliyorum. Öyle bir anlatıyor ki, anlatmıyor yaşıyor olayı. Fazla çaktırmadan bir iki salak soruyla “hani ben de bir şeyler biliyorum” imajını vermeye çalışıyorum.
Neyse Tarım ve Kredi’ye gidiyoruz, kapalı! Dönüp bir çay içip yine gidiyoruz. Yine kapalı! Değişmeyen tek şey hep çay içiyoruz…
Arada bir fabrikaya gidip “belki başlamıslardır” diyorum ama Halil İbrahim kendinden emin. “Yok diyor, otur!” Bari “interneti olan bir yere gidelim” diyorum ama hiçbir yerde ya internet yok, olan da “faturayı ödemedik bu ay” diyor! Çay içmeye devam…
Halil İbrahim ile muhabbete dalıyoruz. İyi bir aile babası olmasının yanında, dürüst, iyi bir insandır. “Bak” diyor “buraya Bayramic’ten bile günlük işçi getiriyorlar” diyor. Kafasında bir hesap yaptıktan sonra “günlüğüne 100 lira alsalar diyor, kalan minibüsçü’nun parası ile yemek parasını da düş, ne kalıyor?”. “Zeytin’in ne ekene ne de toplayana faydası var” diyor. Düşünüyorum haklı. Çiftçilerin çoğu bankalara borc batağı içinde. Çalışanlar desen durum ortada. Herkes kahvede…
Bir kazan çay içtikten sonra “akıllı üreyi” almayı başarıyoruz. Sıra zeytinyağında ama “önce bir kokoreç yiyelim” diyorum. “Sen git ye ben yemem” diyor.
Yusuf usta ile tanışıyorum. Bana “sosyete kokoreccisi derler” diyor büyük bir gururla. Belli ki yaz turizminde Geyikli’de gemi bekleyen İstanbullular yüzünü güldürmüşler …
Hemen Cami’nin önünde, Geyikli taksi durağının yanında Yusuf Usta’nın ekmek tekkesi.
Fabrikaya geri dönüyoruz. Bütün safhaları dikkatle izleyip anlamsız sorular soruyorum. Geçen seneden biraz kulak dolgunluğu vardı ama artık daha bir bilgiliyim!
Zeytinler once sap ve çekirdeklerinden ayrılıyor. Sıkılıyor. Hamur haline getirilip iyice dinlendiriliyor, sonra su ile tortusu ayrıştırılıp bidonlara konuyor.
Guzel haber ise bu sene 4 kilo zeytine bir kilo zeytinyağı. Fazla yoktu bu sene zeytin ama verim olarak süper.
Mücahit, “1 ay dokunma abi” diyor. 1 ay sonra dibinde kalan tortuyu suzgecten geçirmek gerektiğini bana iyice bir tembihliyor.
Dönüş yolunda Halil İbrahim arabada uyukluyor. Hakkıdır. Çok emeği var bahçede. Adamızda yerleşik Profesörler bile ona sorarlar bazı konuları. İşini çok iyi bilir. Peki “ya hayvancılık” dedim? Yılmaz Köksal görünümünü takınarak “bak dedi, neden köylülerin iki yakası bir araya gelmez biliyor musun?”. “Çünkü biz köylerde bir aylık oğlakları, kuzuları keseriz”
Umarım herkes Halil İbrahim’in vizyonuna sahip olur bir gün. Güzelim ülkemiz dilerim hakettiği güzelliklere kavuşur.
İyi akşamlar, şanslı kalın
Yorum